30 Aralık 2012 Pazar

Tatlı bir yeniyıl için...



Bir yılı daha tamamlarken 2012 nasıl geçti diye düşünüyorum. Henüz yuvaya gitmeyen kızlarıma yakın yaşlarda çocuklardan oyun grupları oluşturduk, her hafta iki gün düzenli devam ettik, annelik konferansında konuşmacı oldum, beslenme, eğitim, çocuk gelişimi hakkında pek çok kaynak okudum, evdeki doğal sütten yoğurt, kefir yapımına ek olarak ekşi mayalı ekmek yapmaya başladım. Doğal Anneyim Facebook grubum 2500’ü geçti, milliyet.com.tr’de köşe yazarı olarak ve Köpekler ve İnsanları blogunda da yazmaya başladım. Ancak en güzeli kendi doğal annelik yolumda bana eşlik eden harika arkadaşlar edindim. Hatta artık herkes kendi bildiği doğal ürün kaynaklarını ve kendi üretimlerini imece usulü paylaşır oldu.  Yolumda emin adımlarla ilerlerken bana destek olan tüm sevdiklerime ve bu yazıyı okuyanlara buradan çok teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız.

Şimdi tatlı bölümüne gelecek olursak şekerin zararları bu sene çok konuşuldu. Her türlü hastalığa, kısırlığa, kansere yol açabiliyor. Meyve şekeri de bazı doktorlar tarafından beğenilmese de size arkadaşım Eren’den tarifini aldığım rafine şekersiz bir tatlı tarifi vermek istiyorum.

17 Aralık 2012 Pazartesi

Eyvah çocuğum ateşlendi!



Bugünlerde İstanbul’da havalar sıcak sonbahar havasından bir anda 10 derece düşerek buz gibi kış havasına büründü. Benim ve arkadaşlarımın çocukları da bundan bir anda etkilendi tabii. Parkta hırka ve polar ile gezmeye alışan çocuklar bir anda soğuk ile giyinmek istemediler. Biz bile bir anda bu hava değişimine alışamadık. Büyük kızım bir gece çok yüksek ateşlendi. Ateşi ilaçsız nasıl atlatıyoruz, ben de sizinle kendi bitkisel, homeopatik bağışıklığa müdahale etmeyen ama destekleyen uygulamalarımı paylaşmak istedim. Bir başka blogumda da hastalanmayan çocuk yetiştirmekten bahsetmiştim.

5 Aralık 2012 Çarşamba

Alışverişte dikkat edilecek katkı maddeleri

Ben yazmayı düşünürken elime bu liste geçince ekler yaparak paylaşmak istedim. Herhangi bir ürün alırken etiket okumaya hem biz dikkat etmeli, hem de bilinçli ebeveynler olarak bunu çocuklarımıza öğretmeliyiz. Benim 4 yaşındaki kızım şekerin zararlı bir şey olduğunu ve kansere yol açtığını çok iyi biliyor. Eğer biri bir çikolata verirse ve onu çok yemek isterse anne bak bize zararlı bir şey var mı der. Eğer "evet bu madde var bunu yememelizi, bize zararlı" dersem anında bırakır. Biz de yerine ya kendimiz içeriği güzel bir kurabiye yapar ya da en azından organik bir çikolata temin etmeye çalışırız.


Şimdi alışveriş yaparken dikkat etmeniz gereken katkı maddelerine bakalım:

1.MISIR ŞURUBU (glikoz şurubu, fruktoz şurubu hepsi şeker yerine kullanılır, kanserli hücreleri besler)
Olası yan etkileri: Obezite, göbek bölgesinde yağ artışı, kalp hastalıkları.

3 Aralık 2012 Pazartesi

2. takasta en çok parçayı ben götürmüşüm

Son iki aydır en gözde konum evdeki eşyaları sadeleştirmek adına elemek, vermek, elden çıkarmak, takas yapmak bazılarını da satmak :D Yatağın altını dolduran küçülen çocuk kıyafetlerimiz yeni sahiplerini buldu. Çocukların kendilerinin izni ile elediğimiz oyuncaklarının birazı LÖSEV'e gitti, bir kısmı arkadaşlarına hediye gitti, bir kısmı organik pazarda kurulan takas şenliğine ayrıldı, bir kısmı da internetten satılıyor kumbaralarına gelir olmak üzere.

Yeryüzü Derneği ve Zumbara'nın ortak düzenlediği ilk takas şenliğini kaçırmıştık, ancak bu sırada evdeki tüm eşyalarımı, çoluk çocuk tüm kıyafetlerimizi, oyuncaklarımızı gözden geçirip bir kenara ayırdık. Öyle ki 3 jumbo poşet dolusu eşya çıkmış. Maltepe Organik Pazar mekanında 18 Kasım'da yapılan takasta en fazla eşyayı götüren ben olmuşum :P

37 parça bebek kıyafeti
21 parça oyuncak
12 ayakkabı, terlik
71 kıyafet ve bir kaç parça eşya

Toplam 141 parça

Piyano dersleri veriyorum

Tüm doğal anne ve babalar, bir süreliğine ara vermiş olduğum çok zevk aldığım piyano derslerini tekrar vermeye başladım. 
Piyano eğitimi geçmişim:
İlkokul 2. sınıftan beri 16 sene Ankara ve İstanbul'da bir çok konservatuar öğretmenlerinden özel piyano dersi aldım.
2 sene pek çok ünlü müzisyenin hocası Prof. Jrayir Arslanyan'dan armoni dersleri aldım. Kendisi benim özel ders vermemi desteklemiş, hatta yurtdışında müzik okumamı istediğini hep dile getirmişti.  Hocamı buradan sevgiyle anıyor, öğrettiklerini öğrencimlerimle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. 
Ders tecrübelerim:
*Sarıyer'de özel bir yuvada 2.5 yaş gruplarına piyano, müzik dersleri verdim.
*4 yaştan itibaren çocuklara piyanoya başlangıç, klasik müziği sevdirici interaktif dersler veriyorum. 
Derslerin içeriği:
*Müzik aleti çalma racılığıyla hayatta stresi atabilecek bir yol tanınması
*Hayatın sesinin bir ifadesi olarak piyano (çocuğunuz başka müzik aletinde daha başarılı olabilecekse yönlendirilir)
*Nota okuma, solfej, nota yazma
*Temel armoni kaideleri
*İnteraktif çalışmalarla müzik tarihi bilgisi
*Velilerin öğrencinin gelişimi konusunda düzenli bilgilendirilmesi
*Piyano alma ve zamanı konusunda yönlendirme yapılması
İlgilenen anneler varsa 4+ yaş için başlangıç, müzik sevdirme, piyano, solfej, nota yazma konularında İstanbul Anadolu yakası Göztepe bölgesi  için e-posta adresime mesaj atabilirsiniz. Sevgi, müzik ve ışıkla kalın.

28 Kasım 2012 Çarşamba

Eisenstein'ın armağan ekonomisi doğayı kurtarır mı?


Senelerce iş hayatımda Bilişim Zirvesi için pazarlama ve konuşmacı organizasyonu alanlarında hizmet vermiş biri olarak, 2012 konferansı benim için çok farklı geçti. Son 4 senedir tam zamanlı anne olarak evde iki kızıma bakıyorum, bir yandan da bloglar yazıyorum. Bu sene zirveye ilk defa MOM-Z konferansına konuk panelist olarak davet almanın gururunu yaşadım. Bir yandan da zirvenin diğer günlerinde çok değerli konuşmacıları dinleme şansım oldu. MOM-Z ve z-kuşağı ile ilgili önceden yazmıştım.


Fikirlerinden en çok etkilendiğim ve beğendiğim konuşmacı Amerikalı araştırmacı, yazar, aktivist, düşünür ve fütürist Charles Eisenstein’dı. Konuşmasının ilk bölümünü zirvenin açılış gününde yapan Charles, takım kravatlı gelen kalabalığa tezat bir şekilde sade bir pantolon ve t-shirt giymişti.

Charles konuşmasının başında “Ben antiteknoloji taraftarı değilim, fakat teknolojinin gerçek rolü henüz yeni ortaya çıkmaya başlıyor” dedi ve size konuşmada tuttuğum notlarımı iletiyorum:

Konuşmanın ilk bölümünün videosu için linke tıklayabilirsiniz:

21 Kasım 2012 Çarşamba

Food Matters Belgeselini izleyin

Food Matters Belgeseli 21-30 Kasım 2012 arası ücretsiz izlenebiliyor. İlk 8dakikadan can alıcı notlarım:

-Yiyecekleriniz ne kadar yaşlı? Tarladan bize ulaşana kadar 3200 km kadar yol yapabiliyor.
-En az 5 günlük Yiyeceklerinizden ne kadar besin değeri temin edebiliyorsunuz? Eğer şanslıysanız %40 en fazla.
-Kimyasal gübreli topraklara P, N, K eklenirken, normalde toprakta 52 çeşit mineral bulunuyor. Toprak gitgide mineral eksikliği yaşıyor. Bitkiler de hastalıklı oluyor.
-Marketlerdeki vejeteryan yiyeceklerle sadece beslenesniz bile bunlar toksik, mineral bakımından eksik, herbisit, fungisit, pestisit ve pek çok kimyasal içeriyor.
-Sadece buharda bile pişirseniz sebzeleriniz canlı enzimlerini kaybediyor. Pişmiş yiyeceğe vücudunuz ve bağışıklık sistemini yabancı gibi algılıyor, savaş veriyor.
-Eğer bir öğünde %51'den fazla pişmiş gıda yiyorsanız vücudunuz istila edilmiş gibi reaksiyon veriyor.
-Eğer bir öğünde %51'den fazla çiğ besin alıyorsanız kendi kendimizi yoketmiyoruz.
-Yemek yedikten sonra yorgun değil, canlı ve enerjik hissetmeniz gerekiyor.
http://www.foodmatters.tv/2012-Free-Screening (bu linkten ücretsiz izlemek için 21-30 Kasım 2012 tarihleri arasında kaydolmanız gerekiyor)

13 Kasım 2012 Salı

Haydi çocuklar kışın parka



Bizim çocuklar henüz yuvaya gitmiyor. Biz de bir doğal anne çocuk oyun grubu oluşturduk. Haftada iki gün buluşuyoruz. Bir gün oyun günümüz var. Bütün gün çocuklar parkta birlikte oynuyorlar. Yiyecekleri de yanımıza alıp anne ve çocuklar güzel bir gün geçiriyoruz. Güneş, rüzgar, yağmur, çamur demeden süren bu aktivite hepimize çok iyi geliyor. Havanın çok şiddetli yağmurlu geçtiği bir günde ise aramızdan birinin evine sığınıveriyoruz, oyun günü orada devam ediyor. Doğrusu benim gibi annelerle güzel paylaşımlar yaptığımız bu günü iple çekiyorum her hafta.Her Çarşamba saat 11.00-13.00 arası Kadıköy Özgürlük Parkındayız. Gelmek isteyenler o günün katılımı için mesaj atabilir.
 

Yine bir gün de kitap okuma gününe başladık. Yine parkta güzel sakin bir çardak altında buluşuyoruz. Çocuklar yanlarında bir kitap getiriyor. Seçilen bir iki kitap getiren anne tarafından grup halinde oturmuş çocuklara dramatize ederek okunuyor. Kitap hakkında çocukların fikirleri soruluyor. Kitabın vermek istediği mesaj üzerinden geçiliyor. Sonra çocuklar tekrar çayır çimen koşturmaya başlarken biz annelere de biraz sohbet zamanı kalıyor.Bugün içinde Pazartesi saat 11.00-13.00 Kadıköy Özgürlük Parkındayız.Gelmek isteyenler o günün katılımı için mesaj atabilir.

15 Ekim 2012 Pazartesi

Annelik bunalımları


Her anne zaman zaman bunalır. Merkür etkisi olsa gerek diyen bir arkadaşım bana 2 yaşındaki oğlu ile nasıl mücadele ettiğini, bir türlü nesi olduğunu anlayamadığı, çocuğun hiçbir şey istemediğini, devamlı ağladığını ve hiçbir şeyden memnun olmadığını anlattı. Günü mahvolmuş, zaman zaman çocuğuna zarar verme hisleri taşıyan anneler… bu kadar zor olduğunu bilmiyorduk di mi?

Çocuklarınız hayatı yavaş yaşamayı öğrensin


Bir gün farkettim ki hayatım gittikçe hızlanıyor. Artık çocukluğumdaki gibi uzun uzun hiçbir şey ile ilgilenemiyorum, uzun uzun kitap okuyamıyorum, bir işi yaparken aklımdan diğer yapacaklarımı sıralıyorum. Yerimde oturamıyorum sanki habire yetişmem, yapmam gereken bir şeyler var. Parkta çocukları bir oyuncaktan ötekine koşturuyorum, eve dönünce yıkanacaklar, sonra bir de yemek pişecek, akşama bir sürü ev işi… Çalışan annelerin durumu ise daha vahim. Tüm günlerini okulda geçiren çocukları evde sıkılıyor diye çeşit çeşit aktiviteye koşturan, oyun gruplarına götüren ama durmadan ardı ardına yeni programlar yapan anneler var. Aman çocuğumun gelişimi eksik kalmasın diye alınan bin türlü oyuncak, teknolojiyi takip etsin geri kalmasın diye en yeni teknoloji ürünleri...

Hiç “Yeter artık dur. Bu normal değil!” dediğiniz oldu mu? Neden hayatımızı çok dolu, karmaşık yaşamak istiyoruz? Neden diğer yandan içimizde uzaklarda her şeyden apayrı yaşama isteği uyanıyor? İçgüdülerimizi takip edecek olursak hayatımızı daha yavaş, sakin ve mutluluk dolu yaşayabiliriz.

24 Eylül 2012 Pazartesi

Hastalanmayan çocuk nasıl yetiştirilir? Doğal Ebeveynlik


Günümüzde artık anne ve babalar daha bilinçli ebeveynler. Sağlıklı bir bebek için hamilelik öncesinden itibaren ilk olarak kendilerinden başlayarak sentetik kimyasallar, ilaçlar ve kötü alışkanlıklardan arınmış bir hayat seçmeye çalışıyorlar. Doğal doğumu bilinçli olarak seçen anneler artıyor. Emzirmek dünyanın en güzel paylaşımlarından biri haline geliyor, anneler bağışıklık sistemini son derece güçlendiren emzirmeyi hiç bırakmak istemiyor.

Her anne gibi ben de kışın çocuklarımın yaza göre daha sık hastalandıklarını görüyorum. Ne zaman doktorumuza sorsam demek bir şeyi yanlış yapıyorsunuz derdi. Bence hastalığın ne kadar ağır geçtiği önemli. Her çocuk hastalanarak büyür. Eğer bağışıklık sisteminin doğru bir şekilde işlemesine izin verilirse, her hastalık bağışıklık sistemini geliştirir. Güçlü bir bağışıklık sistemi ağır hastalıklara geçit vermez, her kış ufak tefek gripler ve üşütmelerle atlatılabilir. “Ben her seferinde bağışıklık sistemine yardımcı olacak doktorun verdiği ilaçları, antibiyotikleri kullanıyorum, öyle atlatıyoruz” diyenleriniz olabilir. Kimyasal ilaçlar, antibiyotikler bağışıklık sisteminin normal işleyişine müdahale eder, faydalı bakterileri yok ederek vücudu yardıma bağımlı hale getirebilir. Burada vurgulamak istediğim nokta ilaçlar ile müdahale etmek yerine çocukların bağışıklık sistemlerini kendi kendilerine güçlendirmelerine besinler, egzersiz ve doğal desteklerle yardımcı olmaktır. Ancak kendinizi emin hissetmediğiniz her türlü noktada çocuk doktorunuza fikir danışmanızda fayda var.

Doğal ve doğru beslenme yanında ilaçsız yöntemlerle bebeklikten itibaren yavaş ama sağlam adımlarla bağışıklık güçlenir. Böylece çocuğunuz ileride çok az hastalanan, hastalandığında da kolay ve hızlıca atlatan bir yapıya sahip olabilir. Bunlar size hayal gibi mi geliyor… Ben kendimde ve çocuklarımda işte aşağıdakileri denedim ve denemeye devam ediyorum. Şimdiye kadarki sonuçlardan memnunum.

Sağlıklı bir bebek doğurmak için doğal yöntemler


Her anne bebeği sağlıklı olsun ister. Peki bunun için nelere dikkat ediyoruz? Kendimde uyguladığım birkaç önemli konudan bahsetmek istiyorum.

Doğum öncesinde:
Arınma: Bu noktada söylenecek çok şey olmasına rağmen kısaca hamilelik ile ilgili kararlarınızı verdiğiniz andan itibaren kendinize ve eşinize içsel ve dışsal bir arınma sağlamaya çalışın. Alkol ve sigaradan uzak durun. Çok gerekli olmadıkça kimyasal ilaç kullanmayın. Evde temizlik ürünü ve kozmetik olarak sentetik içeriklere sahip ürünlerden uzak durun. Özellikle potansiyel kanserojen olan SLS (Sodyum Laural Sülfat), paraben ve başka ismini telafuz edemediğiniz içerikler varsa kullanmayın.

20 Eylül 2012 Perşembe

“The Beautiful Truth”-Kanserin doğal beslenme ile tedavisi




 
En son izlediğim "The Beautiful Truth-Güzel Gerçek” İngilizce belgesel benim uzun süredir merak ettiğim “kanserin doğal bir çaresi yok mu?” soruma güzel cevaplar verdi. Hem de ortodoks tıbbının hiç sevmeyeceği yöntemlerle. Linkteki  belgesel Alaska’da ailesi ile birlikte yabani yaşam kurtarma merkezi işleten 15 yaşındaki bir ev okulu öğrencisi tarafından çekilmiş. Belgesel bu  genç öğrencinin 1928’de Almanya’dan Amerika’ya göç eden Dr. Max Gerson’un ilaçsız doğal kanser tedavisini anlattığı kitapla tanışmasıyla başlıyor. Sonrasında gencimiz Gerson’un kızı da dahil olmak üzere pek çok bilimadamı ve doktoru ziyaret ederek beslenme, sağlık ve hastalıklar üzerine derin bir araştırmaya giriyor. Bir yandan da kamerası ile bu görüşmeleri belgeliyor.

“…şimdiye kadar hiçbir diyet kanserin tedavisi olarak gösterilmedi.” Dr. Barrie Cassileth, Amerikan Kanser Derneği Sözcüsü (2007)

“Onlar alçaklar gibi yalan söylüyorlar.” Dr. M.Dean Burk, Amerikan Kanser Derneği hakkında söylüyor. Burk Amerikan Ulusal Kanser araştırma Enstitüsünde 34 sene çalışmış.

“Pek çok kanser tedavisi varmış ve hepsi acımasızca ve sistematik olarak kanser örgütü tarafından Gestapo gibi dikkatli bir şekilde bastırılmış…” Dr. Robert C. Atkins

15 Eylül 2012 Cumartesi

z-kuşağı annesi nasıl doğal anne olur?


2000 sonrası teknoloji çağına doğan çocuklar daha anne karnında teknolojik aletler nasıl kullanılıyor öğrenmiş oluyorlar. Onların bu hızlı adatasyonun şaşırmamak elde değil. Bu çocukların gelecek yaşamı nasıl olacak? Sadece evdeki bilgisayarlarına bağlı yaşayan sanal sosyal gruplarda binlerce arkadaşı olan ancak tekini bile evine davet etmeyen çocuklar mı istiyoruz. İçe kapanık, gerçek hayatın yavaşlığından sıkılan...

7 Eylül 2012 Cuma

12 Eylül Çarşamba günü MOM-Z 2012 Konferansı'nda buluşalım!

12 Eylül 2012 Çarşamba günü İstanbul'da Haliç Kongre Merkezi'nde gerçekleşecek olan MOM-Z 2012 Konferansı'nda 15.35 – 16.20 saatlerinde yapılacak "Blogger Box" oturumuna konuk konuşmacı olarak davet edildim. Gelmek, dinlemek, tanışmak ve katılmak isteyen tüm anneleri bekliyoruz.

Güncel program için tıklayın.
E-davetiye almak için tıklayın.

4 Eylül 2012 Salı

Karsambaç


Çocukken her Cumartesi babaannemi ziyarete giderdik. Her seferinde bizi iki tepsi börekle karşılardı. Biri patatesli, biri mercimekli börekleri nefis yoğurt ile yerdik. O zamanlar henüz ilkokulda olduğumdan harika bir aşçı olan babanemin yaptığı Adana yemeklerine pek dikkat etmezdim. Vefatından sonra bazı tarifleri babam ve anneannemden almaya çalıştım. Aklımda kalan güzel tatlardan biri de böreklerden sonra ikram ettiği buzlukta devamlı olan karsambaçtı.

Adana’nın sıcak günlerinde çocuklar tarafından çok sevilen serinletici bir buzmuş karsambaç. Babanemin meyve suyu, şeker ve su ile çelik bir kapta buz yaptığını, bıçakla keserek bardaklara koyduğunu, sonra da bizim karsambacı kaşıkla kıtır kıtır yediğimizi hatırlıyorum.

28 Ağustos 2012 Salı

Havuçlu kekimi kaptım, parkta doğumgünü partisi yaptım!


Çocuklar 2-3 yaşına geldi mi doğumgünü partilerini bol arkadaşlı ve oyun dolu kutlamayı istiyorlar. Ev ortamına dar gelebilecek misafir sayısı karşısında şehirli anneler arasında oyun/aktivite merkezlerindeki doğumgünü partileri popüler olmaya başladı. Bu merkezlerdeki partiler eğlenceli geçse de maddi olarak daha ekonomik ve alternatif bir doğa partisi yapmak isterseniz en yakınınızdaki parkta açıkhavada kutlama yapmanızı öneririm.

Biz de bu sene park arkadaşlarımızın başlattığı geleneğe katılarak doğum günümüzü parkta kutladık. Evimizin yakınında piknik masaları bulunan büyük bir park var. İlk yıllarda evimizde yaptığımız kutlama bu sefer de parkta çok keyifli geçti. En güzeli çocuklar çok keyif aldı.

24 Ağustos 2012 Cuma

Doğal Anneyim artık Milliyet.com.tr'de!


Milliyet Blog'da 2007 senesinden beri Bashico altında yazılarım çıkıyor. Artık ben de bir Milliyet yazarı olarak Milliyet.com.tr bebek ve çocuk bölümünde sizinle buluşuyor olacağım.

Çocuklarınızla ve ailenizle birlikte mutlu ve sağlıklı günler dilerim.



19 Ağustos 2012 Akşam Gazetesi Homeopati Röportajım

Geçen hafta benim için çok keyifli geçti çünkü homeopati ile ilgili bir röportaj yaptım :) İşte kendisini aşağıda sizinle paylaşmaktan gurur duyuyorum:

**********************
Doğanın iyileştirici gücünü kullanın

‘Homeopati’ sözcüğünü daha önce duydunuz mu? Doğal ve yan etkisi olmayan bir tedavi yöntemi adı… Hayır, yeni bir yöntem değil. 220 yıl kadar önce Alman hekim Samuel Hahnemann tarafından geliştirilmiş. Vücudumuzun ilaç deposu haline geldiği son yüzyılda, doğal yaşamayı seçen insanların başucu yöntemi de diyebiliriz. Türkiye’de bu yöntemle tedavi olan bir avuç insan var. Onlardan biri de Başak Yaykın Pirtini...

Çocukları gerçekte ne mutlu eder?


Anneeee!!! Ühhüüüü!!!! Tüm gün süren ağlamalar, zırlamalar, hele iki tane yaşları yakın ufaklık olunca çifte zorluk… Biri ağlar öteki de ağlar, aynı oyuncak için kavga ederler. Isırmalar, vurmalar, bağırışlar… Çok tanıdık geldi di mi? Tüm bunların içinde sakin kalmak gerçekten bilge yogiler gibi bir sabır gerektiriyor. Acaba çocuklar bizi bilgeleştirmek mi istiyorlar???

Tüm gün çocuklarımı mutlu etmek için uğraştım, biraz çizgi film, sulu oyunlar, park gezisi... Araya sıkıştırdığım ev işlerini bile yapmadım, bekleyin bitince demedim. Mutfak aldı başını yürüdü. Anneanne çıtlatmış Başak’ın çocukluk bebekleri var diye. Dün uzun süreden beri vermek için beklettiğim en değerli hazinem 30 senelik barbielerimi açmıştım. Aslında hayalimde çok daha güzellerdi. Biraz tozlanmışlar. Şimdi çıkan barbieler daha fazla makyajlı, daha havalı kıyafetleri var. Annemin zamanında barbielerime ördüğü minik yün kazak ve eteği çok beğendiler. Teker teker ayakkabı koleksiyonuna bakıldı.

Doğayı seven çocuklar yeşil bir dünya isterler


Çocuklarımızda doğa bilincini nasıl geliştireceğiz? Hele oldukça kalabalık ve kirliliğin fazla olduğu büyük şehirlerde. Şehirde büyümüş ve çocuklarını da şehirde yetiştiren bir anneyim. Zaman zaman doğa sevgim yüzünden benim de bazı cesur anne babalar gibi Ege sahillerine göç etme hayallerim oluyor. Ancak gerçekler ve yaşadığımız koşullar bizi şehre öyle bağlamış ki kalmaya devam ediyoruz. Peki kaçmak yerine şehirde nasıl bir doğal hayat sürdürebiliriz? Çocuklarımıza doğayı şehirde nasıl anlatabiliriz?

Kendimce evde doğa ve çevre bilincini ufak çocuklarımda oluşturmak için uyguladığım bir kaç yöntemi anlatmaya çalışayım.

17 Ağustos 2012 Cuma

anne lütfen gülümse

Bugün unuttuğum bir şeyi minik kızım bir kere daha bana hatırlattı.

O büyüme krizleri yok mu, özellikle 1-3 yaş arasında yaşanan en şiddetli ağlamalar, annelerin sinirlerini oldukça zorlar. Ne kadar sabırlı bir anne olsam da yine de zaman zaman kendimi kaybettiğim anlara ben de şaşırıyorum. Eee bu da normal desem de içimdeki daha iyi olma hissi, gün içinde olanları tekrar değerlendirmeye itiyor beni.

14 Ağustos 2012 Salı

Bulaşıklar, çamaşırlar ve yerler için doğal deterjanlar

Uzun bir süredir evdeki standart deterjanlara alternatifler arayıp duruyordum. Kendime göre seçtiğim ve uyguladığım yöntemler zaman içinde şu şekilde gelişti.

Bulaşık makinası deterjanı:

1. Arap sabunu-Elma sirkesi: Piyasadaki en ucuz arap sabunu ile 6 ay boyunca bulaşık makinasına bir tatlı kaşığı kadar koyarak yıkadım. Her seferinde iyice bulaşıkları akıttım. Parlatıcı gözüne de elma sirkesi koydum. Sonuçta bulaşıklar biraz buğulu sanki yağlı kıvamda çıkıyordu. Meğer yanmamış yağdan üretilen arap sabunları da varmış, bunlarla tekrar denenebilir, belki sonuç farklı olur.

2. Organik deterjan-organik parlatıcı: Haliyle daha pahallı olan bu deterjanlarda bulaşıkları iyice akıtıp koyunca yarım ölçü kullanarak normal deterjan fiyatına yakın bir ekonomi sağlanabiliyor. Sonuç standart deterjanlarla aynı. Ben evde Klar kullanmıştım. Klar ile bazı tortular kaldı, ancak su mu çok sert, tuz mu koymadım lekelenmelerin sebebini tam anlayamadım. Amway'in organik bulaşık makinası toz deterjanını denedim. Çok az 1 tatlı kaşığı kadar koymama rağmen temizliyor. En son Mom's Green deterjanını aldım, o da gayet güzel temizliyor.

3. Ev yapımı deterjan: Kendi karışımımı hazırlayıp son bir kaç aydır evde kullanıyorum. Formülü aşağıda.

Çocuklarınız hayallerindeki kahramanlar olsun


Tüm çocukların hayallerinde en sevdikleri kitapta okudukları veya çizgifilmde izledikleri bir kahraman olmak vardır. Sevgili arkadaşım Duygu sitesi www.cizimim.com ile çocuklarının hayallerini resime dönüştürmek isteyen anne babalara pek hoş çizimler hazırlıyor. Örümcek adam, ya da pamuk prenses çocuğunuz hangi kahramanı seviyorsa odasını kendi resimleri ile süsleyebilir, çocuğunuzun resminin anime çizimlerini içeren kartlar bastırabilir, kahramanının yine kendisi olduğu çizimli hikaye kitapları hazırlayabilirsiniz. İki ufak kızım ile yaptığımız bir tarla ziyareti sırasında çektiğimiz karpuzlu resmi Duygu ile paylaşmıştım. Kendisi bana yukarıdaki hoş hediyeyi yaptı ve gönderdi. Böylece bir doğa gezimizi de sonunda sanal aleme taşımış olduk ;) Peki diyeceksiniz ufaklıkların hayalinde hangi kahraman olmak var? Belki de organik tarım yapan çiftçi ;)

3 Temmuz 2012 Salı

Organik Çilek ve Nar Ekşisi

Zaman zaman organik pazarlardan dayanamayıp çilek alıyorum, çocuklar istiyor. Ancak Temmuz 2010 tarihli bir mesajında İpek Hanım Çiftliği sahibi Pınar hanım çileklerin nasıl organik pazarlara gittiğini anlatmıştı. Bu mesajın bir kısmı aşağıda. Sonunda bu sene balkon bahçeme iki tane çilek fidesi aldım yan yana diktim, ancak henüz 2 ay geçmesine rağmen bir mahsül alamadım. Satıcıya sorunca ancak seneye verir dedi :(

"Genelde Bursa'da bulunur organik çilek sertifikası almış üreticiler. Yöntem hep aynı... Ellenmemiş temiz bir bahçeye yirmi - otuz fide dikerler. Bu fideler dikildikten sonra sertifika kuruluşlarından birini çağırırlar.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Domates'te Tuta Absoluta hastalığı

İpek Hanım Çiftliği sahibi Pınar Kaftancıoğlu aşağıdaki Temmuz 2010 mesajında domateslerin nasıl üretildiğini ve nasıl ilaca boğulduğunu anlatıyor. Tüketici olarak üreticilere ilaçsız ürün almak konusunda talebimiz olmalı ki üretici daha doğal yöntemlere geçsin.

****************************************************

Gazetelerde domates güvesi ilaçlarının tam sayfa ilanını görenlerden, köyde yaşayan akrabaları ile görüşenlerden, gıda sektöründe çalışanlardan Tuta Absoluta ile ilgili çok fazla soru geliyor şu ara. Ziraat mühendisi değilim elbette ancak işin tam göbeğindeyim. Görerek, izleyerek, Ziraat Odası'ndan, yetiştiricilerden dinleyerek öğrendiklerimi yazmak istedim.

Türkiye'nin domates ihtiyacının %90'ı, salça endüstrisi ihtiyacının ise %100'ü açık tarla domateslerinden karşılanıyor. Dikimler ağırlıklı olarak Ege'de, Çanakkale'de, Antalya'da, Afyon - Burdur - Denizli Yöresi'nde ve Bursa civarında yapılır. Birkaç senedir ''geliyorum'' deyip yavaşça süzülen, ancak bu yaz itibariyle açık tarla domateslerinin %80'ini vuran bir hastalık var artık. Tuta Absoluta bu... Güney Afrika'dan dünyaya yayıldığı rivayeti olan, komplo teorilerine inananlar için ise laboratuarda geliştirilmiş bir böcek türü... Başa çıkılmaz bir yaratık. En çok domatesi seviyor. Kabuğun altına girip orada larva bırakıyor. Kabuğun altında kendini korumaya aldığı için bugüne kadar kullanılan tarım ilaçları bile işe yaramıyor. Feromon, bu böceği yiyen bir başka tür böcek ve yüksek miktarda tarım ilacı ile üçlü bir yöntem uygulanıyor. Çiftçiler ise daha korunaklı bulduğu için domatesleri seralarda yetiştirmeyi tercih ediyor şu ara. Elli yıldır yaz aylarında dinlendirilen seralar bu yaz ağzına kadar domates dolu. Alan tamamen kapatılıp gazla birlikte ilaç sıkılıyor. İhracat kapılarından dönme hikayeleri de bu ilaçlar nedeniyle çoğaldı şu günlerde. Rusya, Ukrayna, Almanya ve Bulgaristan'ın ilaç testlerini geçemeyip geri dönen bütün ürün iç piyasaya sürüldü. Kilosu 25 kuruş'tan bile domates bulabilirsiniz şu anda, yanlış okumadınız.

Bu sene üretilecek neredeyse bütün ketçaplar, salçalar... bu domatesleri içerecektir. Çiftçi bir yandan mahsül toplayıp bedavaya yakın fiyata satış yaparken diğer yandan korkusundan tarlasını akıl almaz bir kuvvetle ilaca boğuyor. Domates domates olalı hiç bu kadar tarım ilacı yememiştir, inanın.

Yakın köylerin tamamını gezdim. Yenipazar, Donduran, Altıntaş, Bozdoğan, Çine, Atça, İsabeyli... Tüm Menderes Ovası hastalıktan kırılıyor. Tarlalara koca TIR'lar yanaşmış, kopan domates acilen dorselere atılıyor. Çiftçiler bu senenin zararını sineye çekecek ve seneye bunu yaşamamak için tarlasını böceklerden en kuvvetli zehirlerle arındıracak. Tonlarca ilacı toprağa gömecek ne olduğuna, ne sonuçlar doğurabileceğine bakmadan.

Tuta Absoluta bugün domateste yaygınlaştı. Yakın gelecekte patlıcan'da, kabak'ta, armut'ta, elma'da ne olacağının garantisi yok. ''Tarım ilacı satmak'' dışında belirgin bir tarım politikası yok ortada. (Tarım ilacı demişken özellikle söylemek istedim. Şu ilaç arındırma sıvılarından uzak durmaya çalışın. İlacı ilaçla arındırmak mantıksız geliyor bana. Eğer amaç arındırma ise bol suyla yıkanmış sebzeyi bir leğene koyun, bir kapak gerçek sirke, bir kapak da tuz atın. On dakika kalsın, durulayın.

Tüm bu hastalığın ortasında temiz ne kaldı derseniz, sadece yayla malları... Yüksek rakım doğal olarak koruyor meyve ve sebzeyi her türlü hastalıktan. Elbette satıcılar da bu işe uyandı, kime sorsanız ''yayla malı'' satıyor. Tatile gittiğiniz yerlerde, mesela Ayvalık, Kazdağları'nın dağ köylerinde inen domatesleri almaya çalışın. Yayla ürünleri tatlarıyla ve kokularının aşırı keskinliği ile tanınabilir. Güvendiğiniz insanlardan alın.

1 Temmuz 2012 Pazar

Yaz sebzeleri yemek tarifleri ve bilgiler

İpek Hanım Çiftliği sahibi Pınar hanım bir mesajında bu faydalı bilgileri paylaşmıştı, biraz düzenleme ile sizinle paylaşıyorum. 

****************************************
Raf de Casi Domates
Etenesi yumuşacık, çekirdekleri hafifçe yeşil... İyice olgunlaştığında ağızda dağılıyor. Hafif ekşili bir tadı var. Tek başına söğüş olarak, bol sulu bir çoban salatada ya da elma gibi ısırarak yemek için ideal.

Tarla Domatesi
Nostaljik, kıpkırmızı, yemeklere çok güzel lezzet veren tatlı bir domates. Rendelemeye, sandviçlere ve barbeküye uygun...

Pembe Domates
Bu domatesin hayranlarının ve yetiştiricilerinin buluştuğu bir platform bile var. Pembe Domates Ağı (PDA)... Ne var ki her talebe fesat karıştırmayı seven yurdum insanı bu domatesin de çakmasını buldu. Kıbrıs'tan gelen pembe renkli bir fide iki – üç sene önce memlekete girdi ve tezgahları kapladı. Orijinalini en iyi lezzetinden anlarsınız. Çakması saman gibi bir şey... Orijinali güzel kokulu, yamru – yumru, şekilsiz, içine büzülen yerlerinde siyahımsı izler olan bir tür. Kesinlikle özel yasalarla korunması gereken bir tür..

Uzun Börülce
30 – 40 cm'lik boyuyla, sağlam kabuğu ile çok sevilen, dayanıklı, lezzetli bir börülce. En çok taratora yakışıyor. Ege'de ''Turşulama'' denen öğüler için ideal. Tarifi de şöyle: Börülceyi uçlarından azıcık kesiyorsunuz, üzerini geçecek kadar su ile haşlıyorsunuz. Sonra sıcak suyun içinde bir – iki dakika bırakıyorsunuz. Bu arada ayrı bir yerde 4-5 diş sarımsağı (biz 8-9 diş kullanıyoruz) dövüyorsunuz. İçine yarım çay bardağı zeytinyağı ve bir yemek kaşığı nar ekşisi... Bembeyaz bir köpük haline gelene kadar çırpıyorsunuz bunları. Sıcak suyundan çıkarıp kevgirde süzdüğünüz börülceye ekliyorsunuz hemen. Karıştırın, koyun buzdolabına, akşam yemeğinde buz gibi yiyin :)

Kısa Beyaz Börülce
Daha naif, incecik... Bir – iki gün içinde mutlaka pişirmeniz gereken çok lezzetli bir börülce...Kavurması ve yağlaması yapılıyor. Tarifi ise şöyle: Yemekten hemen önce börülceyi haşlayın. Kevgirden süzün. Kese yoğurdunu su ile azıcık açın. Bol dövülmüş sarımsak ekleyin, krema gibi bir kıvama gelsin. Ayrı bir tavada da tereyağı ve tatlı toz biber çevirin. Rengi iyice çıksın, köpürsün. Börülceyi bir Borcam'a koyun. Üzerine sarımsaklı yoğurt, en üste de yağı dökün. Püf noktası şu: Börülce iyice yumuşak haşlanmış olsun. Diri kalmasın. Tereyağını da bol tutun.

Topan Patlıcan
Kızartma, şakşuka ya da közleme yapacaksanız budur.

Taze Fasulye
İncecik, zarif ve kılçıksız. İçi boncuk boncuk dolu... Kokusu mis gibi. Derin dondurucu için uygun... Haşlayıp kevgirde süzdükten sonra doğrayın. Bir kelle soğanı da tavada bir yemek kaşığı tereyağı ile pembeleştirin. Faulyeyi atın içine, biraz daha pişirin. Tatlı toz biber ekleyin, biraz daha çevirin. İki – üç tane de yumurta kırın.

İkinci bir yöntem de aynen börülce gibi haşlayıp, süzüp sarımsaklı taratorunu yapmak. ...ki her sebze yazın bu şekilde turşulanır Ege'de. Et denen şeyi yedikleri yok. Sıcak yemek de yazın tercih edilmiyor. Turşula, buzdolabına koy, akşam yemeğinde yanında yufka ve karpuzla ye...

Uzun Patlıcan
Bu patlıcan karnıyarık yapılsın diye yaratılmış. Yanına şehriyeli pilav ve komposto olmazsa olmaz... Patlıcan doğranıp haşlanıyor, süzülüp sarımsaklı yoğurt ile yeniyor. Bu tarif zaman sorunu yaşayanlar için daha uygun.

Süt Darı
GDO'suz mısır bulmak denizde inci aramak gibi bir şey son yıllarda... Sanırım bir tek Karadeniz civarında kullanılıyor gerçek tohumlar. Üzerinde anormal şekilde oynanıyor mısırın... Süt ineklerine slaj olarak veriliyor, her eve kanseri sokuyor.... Tohumlar seri numaraları ile satılıyor Ege'nin her kasabasında. Eskiden adına ne denirdi, nereden bulunurdu tohumlar unutuldu gitti... Ne olur şu mısır konservelerinden, Corn Flakes'lerden uzak tutun çocuklarınızı. İnanın ''mutlaka yemesi gereken'' bir şey değil. Eksik olsun...Lütfen...

Kabak
''Kabak tadı vermek'' deyimi haksızlık ediyor buna. İftiraya uğramış bir sebzecik... Lezzeti olmayan bir şey değil kesinlikle ama tüm Türkiye kışın domates yetiştirilen Antalya seralarının kabakları ile besleniyor. Tam olarak da şöyle oluyor: Tüm kış aklınıza gelen her türlü ilaç ve hormon ile beslenen domatese benzer şeyler Haziran ayı'nda arz fazlalığından sökülüyor. Yerine büyük bir hızla büyüyen ve iki ayda meyve veren kabaklar dikiliyor. Toprakta ne mineral, ne kalsiyum ne başka şey... Amaç üç ay da olsa serayı boş tutmamak... Ne olursa olsun paraya çevirmek... Sizler, aileleriniz yakanıza yapışan hastalıklarla boğuşuyorsunuz, kime ne..? İşte bu nedenle kabak, yerli ve bahçe mahsülü olduğundan emin değilseniz asla almamanız gereken bir şey. Gerçeği sapından bile güzel kokusu çıkan, dolmasını yaptığınızda kokusu bütün evi saran, bağırsak tembelliği başta olmak üzere her derde deva bir sebze...Burada kullanılan özel bir tarif yok. Kilo sorunu yoksa mücver yapılıyor, kilo varsa dolma :) Dolmayı Nazilli usulü etsiz yapmak istiyorsanız da harcı şöyle oluyor: Pirinç, soğan, az şeker, bir yemek kaşığı tereyağı, az karabiber, az salça... Zeytinyağında kavurun biraz, sonra kabakları doldurun. Üzerine de domates rendesi ve tereyağı karışımından sos yapın. Tencerede sıralı dolmalara bunu dökün. Kısık ateşte pişirin.

Taze Barbunya
En uygunu yaylalardan inen, çizgili değil de neredeyse tamamen kıpkırmızı kabuklu olan kınalı barbunya... Çiğ yediğinizde ağzınızda şekerli bir tat bırakır. Buradan anlayabilirsiniz... İri taneli, leziz mi lezizdir. Aklınıza gelen her türlü yemeği yapabilirsiniz. Çocukların sağlığı için haşlama suyunu kesinlikle dökmeyin. Kıymalı, salçalı, tereyağlı yemeği pek revaçta. Yanına da ev mayası yoğurt.... Size süper enerji! :) Temmuz ayı dondurucuya atmak için en uygun ay bu arada, bilginiz olsun...

Çarliston Biber
Anadolu'da eski tohumlardan çıkan bu türe ''beyaz biber'' deniliyor. Kırdığınızda mis gibi biber kokar. Mutfaktan salona taşar kokusu... Koca bir tarlada üç beş köken acısı olabilir. Acısı da acıdır hani... Hiçbir şeye benzemez. Hatırlar mısınız o zamanları bilmem... Hani anneniz pazardan biber alır, gelir, mutfak tezgahının başında biberleri doğramadan önce ucundan koparım bu parçayı dilleriyle tadarlardı sürekli. Acı çıkanlar kızartma yapılıp evdeki ''acı severler'' için kızartma yapılıp bir kenara kalkardı. Tatlı olanlar da yemeğe doğranırdı. İşte bu sahne laboratuarlarda her şeye hakim olunmaya başlandığında ortadan kalktı. 

Bezelye
Sıcak havayı sevmez. Rüzgarlı, ılık iklim idealdir. Bu nedenle hava acayip sıcak olmaya başladığında bende olmaz, kabuğu yanar hemen. Havalar serin gidiyorsa tarlada döker, o ara isteyebilirsiniz. Bu mevsimde İstanbul'a inen bezelyenin tamamı Bursa – Karacabey'den geliyor. Karacabey'deki tarımı ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Feribotla falan bir haftasonu gezmek için çok yakın aslında size. Bir gidin, görün.

Fidan Kereviz
Literatürde yaprak kereviz olarak geçiyor. Fideler aynı zamanda tazecik yemek için çok uygun. Tüm sos ve çorbalarda aroması ile, vitaminleri ile eşsiz... Daha da güzeli ekşili – nohutlu yemeği ki onun da tarifi şöyle:
Kerevizin yeşil yapraklarınız ayıklayın. Dallarını ve altındaki minicik topanını soyarak kesin. Dalları da parmak parmak doğrayın. Zeytinyağına önce pırasaları doğrayın, sonra kerevizleri... Sonra birkaç avuç haşlanmış nohut atın. Bol bol domates rendeleyin, az su ekleyin. Kapatın. Tatlı toz biberi de çok sever bu yemek. Pişince hiç açmayın, demlensin. Sıcakken üzerine limon sıkıp sofraya getirin.

Taze Asma Yaprağı
Üzümler olmadan toplanır. Hiç yıkamadan boş ve kuru bir kavanoza sımsıkı bastırın. Kapağını kapatın. Ne tuz ne bir şey... Bu şekilde hiç açmadan bir sene bile muhafaza edebilirsiniz. Yemek yapacağınız zaman açın, yirmi dakika kadar haşlayın. Harcını koyup sarın. Derin dondurucudan daha pratik ve sağlıklı bir yöntem. Bir kesekağıdı dolusu, bir tencere sarmaya yeter.

Enginar Kelle
Tarçınlı, kuş üzümlü, fıstıklı, soğanlı bir harç ile doldurulur, düdüklüde pişer. Taç yaprakları yumuşacık olur. Emerek, soyarak yenir. Ufak ve tazeleri uygundur bu dolma için.

Salatalık
Salatalığın bir özelliği var. Dalından kopar kopmaz çok büyük bir hızla, bir – iki saat içinde suyunu kaybeder. Hafifçe buruşur dış kısmı. Normalde çiftçiler bu aşamada soğuk su dolu leğenlere yatırır salatalığı. Soğuk suyun altında bir dakika kadar tutarsanız sertleşip dirildiğini görürsünüz.

Kapya Biber
Kırmızı yağ biberi... Güneşi en çok seven sebze bu. Havalar serin gittiğinde rengini almaz. Kabuklarını soyup salata yapabilirsiniz. Etsiz dolması için bol soğan, nane, salça ve -olmazsa olmaz- tereyağı ile pişirirseniz, etin eksikliğini hissetmezsiniz.

Dolmalık Yeşil Biber
İnce kabuklu, kabuğu kokulu.... Kabuğundan su kaybetme sorunu bu biberde de vardır. Hafif buruşsa da aldırmayın. Su içinde tutun, ya da doğrudan pişirin o şekilde. Kopardıktan hemen sonra suyunun uçması normalidir.

Yeşil Börülce
Uzun olana oranla daha ince ve daha zarif... Haşlayıp kevgirde süzerek bırakın. Başka bir yerde domates ve sarımsağı zeytinyağı ile öldürün. Suyunu iyice çekince börülceyi karıştırıp bir – iki dakika çevirin. Soğutun. Tek tük kılçığı vardır. Haşlanırken kılçık börülceyi bırakır. Sıcak suyun içine elinizi sokup pıt pıt almanız lazım. Doğalı bu... ''GDO'' denen şey en çok ''kılçıksız börülce'' falan isteyen ev hanımlarından çıktı inanın :)

Narpuz (Yarpuz)
Tertemiz su kaynaklarının yanında olur. En keskin kokulusu yaylalardakilerde olur. Yaşar Kemal romanlarında hep betimlenir ya, o işte :) Yapraklarını lif gibi kullanıp üzerine sabun sürerek kullanın. Vücutta mentollü mis gibi bir koku bırakır.

Taze Nane
Bol bol alın. Bir gazete kağıdına dallarını serseniz yeter. Hemen kurur. Hile karışmamış mis gibi naneniz olur. İsterseniz ayranda, limonatada, salatada kullanırsınız kıyıp.

Pırasa
İncecik kıyıp marul ile birlikte bol limonlu salatasını yapabilirsiniz. Pırasa mücveri, pırasa böreği, pırasa ile hazırlayacağınız otlu iç...

Taze Soğan
İki tipi var. Birinin kelleleri iri. Kellesini alıp, kesip ayrıca yemekte kullanabilirsiniz. Yeşil yapraklarını ise salatada... Diğeri taze soğan...

Sarımsak
Çin malı plastik gibi bembeyaz sarımsak oluyor.. Sarı – esmer, güneşte kurutulmuş doğal sarımsak olur.

Bamya
Bir baş soğanı incecik kıyın. Yarım çay bardağı zeytinyağı ile pembeleştirin. Bir iri domatesi rendeleyin bunun içine. Bu da suyunu çeksin. Yarım tatlı kaşığı tız biber atın. Bir adet kırmızı kapya biberi doğrayın. Varsa bir avçu haşlanmış nohut ve yarım çay bardağı kadar koruk suyu ekleyin. İyice köpürüp özleştiğinde ayıklanmış bamyayı da katıp yirmi dakika kadar ellemeyin. Demlensin.

Semizotu
Yabani... İstanbul'da herkes tohumdan dikilen ve seralarda yetişen yeşil yapraklıya alışık. Bu semizotu yabanidir. Sapları pembe olur. Kendiliğinden marulların arasında biter.

Acur
Uzun ve etenesi değişik bir salatalık. Kıtır kıtır yenilir. Cacık için salatalıktan daha uygundur lezzeti. Antakya mutfağının meşhur yemeklerinden ''Acur Dolması''nı yapabilirsiniz. Acuru oyup yağda kızartın. İçinin harcını firik, kıyma, sumak, salça, soğan ve baharatlar ile hazırlayın.

Taze Mancar
Kocaman topan olana pancar diyorlar. Tarifi şöyle: Topanları kesin. Atın tencereye. Haşlayın. Çatal girecek kadar pişsin. Kaynar suyun içinde birkaç dakika beklesin. Siz o arada dört – beş diş sarımsak ezin, yarım çay bardağı zeytinyağı ile bu sarımsağı köpürtün. Bembeyaz olunca içine tercihe göre koruk suyu, limon suyu ya da nar ekşisi ekleyin. Çırpmaya devam edin. Krema gibi olunca pancarları sudan çıkarın. Soyun. Halka halka kesin. Bu kremayı dökün, karıştırın, emişsin. Buzdolabına atın. Akşam yemeğinde yemeğin yanına getirin. Soğuk soğuk leziz olur. Tuzunu atmayı unutmayın.

Koruk – Koruk Suyu
O kadar fazla sağaltıcı yönü var ki saymaya sayfalar yetmez. Koruk, üzümün olmamışı, hamı değildir. Koruk asması orijinaldir. Bir tür deli asma... Aşılanırsa üzüm olur ancak. Ör. Yediveren Koruğu. Katı meyve sıkacağında suyunu sıkın. Bu suyu şişeye koyun. Ağzı kapalı şekilde altı ay rahat dayanır. Ekşili olmasını istediğiniz her yemeğe, her salataya, bamyaya, ekşili köfteye, patlıcan salatasına kullanın. Hatta en güzeli koruk suyunu bardağa koyun. Şekerle ezin. Buzlu su ekleyin ve çocuğunuza dünyanın en sağlıklı, arındırıcı, şifalı meyve suyunu verin.

Biber Salçası
Yağ biberi kesilip çekirdeği çıkarılıyor. Doğranıyor. Elli kilo bibere beş kilo kadar domates ekleniyor. İki saat kadar kaynıyor, özleniyor. Sonra kaynar halde kevgirden geçiriliyor. Bu sızan püre bir hafta kadar tül altında güneşleniyor. Sonra kavanozlanıyor. Biraz tuz atılıyor ve üzerinde de zeytinyağı gezdiriliyor.

***************************
Bana ulaşabileceğiniz linkler:

www.BasakPirtini.com

Doğal Annelik ile ilgili:
Doğal Anneyim Blogu: http://dogalanneyim.blogspot.com.tr
Milliyet Blog: http://blog.milliyet.com.tr/bashico
Facebook Doğal Anneyim Sayfası: www.facebook.com/dogalanneyim
Facebook Doğal Anneyim Grubu: www.facebook.com/groups/dogalanneyim
Instagram: www.instagram.com/dogalanneyim
Twitter: www.twitter.com/dogalanneyim
Youtube Başak Pirtini Kanalı: www.youtube.com/channel/UCRoKVtaVHmA48DsvW6Iid_A
Bilgi için e-posta: dogalanneyim@gmail.com

Enerjik Su ile ilgili:
Enerjik Su websitesi: http://enerjiksu.blogspot.com.tr
Facebook Enerjik Su Sayfası: https://www.facebook.com/enerjiksu/
Bilgi için e-posta: enerjiksu@gmail.com

Doğal yöntemlerle hayvan bakımı ile ilgili:
Bashico Blogu: http://bashico.blogspot.com.tr
Köpekler ve İnsanları Blogu: http://kopeklerveinsanlari.com
Facebook Hayvanlardan Mesajlar Sayfası: https://www.facebook.com/hayvanlardanmesajlar/
Instagram'da Hayvanlardan Mesajlar: www.instagram.com/hayvanlardanmesajlar

Başak Pirtini'den e-posta ile haber almak için e-bültene üyelik: 
http://eepurl.com/TeYdX

Narpuz


Uzun bir süredir alışveriş yaptığım İpek Hanım Çiftliği'nden Pınar hanım'dan her hafta ilginç mesajlar geliyor. Biri de narpuz isimli bu bitkiyi tanıtıyor.

"Narpuz (Yarpuz) Bitkisi & Olabilecek En Güzel Vücut Kokusu


Yaylalardaki su kaynaklarının yakınlarında köylülerin ''narpuz'' veya ''sabun otu'' dedikleri mentol içeren bir bitki yetişiyor. Bir çeşit yabani nane... Aroması ile de nanenin ikiz kardeşi olarak biliniyor ve çoğunlukla nane yerine kullanılıyor.... Köy evlerinin hepsinde inek, eşek, koyun, keçi var ve bunlarla uğraşan insanların üzerine oldukça kötü bir koku siniyor. Normal sabunlar bu kokuyu asla çıkaramıyor, deodorantların bastırabileceğini de sanmıyorum. Narpuz burada işe yarıyor. Bir parça narpuzu topan haline getirip üzerine zeytinyağı sabunu sürüyorlar ve vücutlarını bununla yıkıyorlar. O ağır mı ağır sığır kokusu yerini mentol ile sabun karışımı çok kalıcı bir kokuya bırakıyor. Yörükler de bebeklerini üç yaşına kadar sürekli yarpuzla yıkıyorlar ve büyüdüklerinde terlerinin kötü kokmayacağına inanıyorlar."

Nazilli'nin Kutsal Otu: Eneç!

Eneci ilk defa İpek Hanım Çiftliği'nden almış ve aşağıdaki tarif ile denemiştim. Tadı biraz kuşkonmaza benziyor.

Çiftliğin sahibi Pınar hanım Eneç'i şöyle anlatıyor:

"Literatürde acı ot, kedirgen, tilki kuyruğu, sarmaşık, tilkişen gibi pek çok isimle geçse de Nazilli'de adına ''Eneç'' diyor insanlar. Neredeyse bütün Kuzey Ege'de büyük bir değer veriliyor bu ota... Öyle ki bu otun şifa verdiğine, bir çeşit ilaç olduğuna, bunu yiyenin hastalanmayacağına ve hatta kolay kolay ölmeyeceğine inanıyorlar. Zamanında Almanya'ya yaşamaya giden Nazillililere uçak kargosu ile gönderildiğine defalarca şahit oldum. Yamaçlarda, uçurum kıyılarında yetişiyor genelde ve bulması ''bildik gözler'' için bile hayli güç. Dikeni tanıyan kadınlar büyükçe bir sopa ile etrafındaki dikenleri kaldırıyor ve dibinde tek başına yetişmiş bu otu söküyorlar. Bir kadın tüm gün dolaşarak en fazla üç - dört bağ toplayabiliyor. Son derece bakir alanlarda yetiştiği için kesinlikle yıkanmıyor. Sadece silinerek kullanılıyor.... Has Enecin normal eneçten bir farkı var. Normal eneç için ''Baba Eneç'' diyor buralardakiler. Tek bir büyük ot ve dibinde birkaç tane yavrusu... Has Eneç ise tek başına yetişen bir tür. Enece göre en önemli farkı kesinlikle acı olmaması... "

Tarifi aşağıdaki gibi:

-Eneçleri kesinlikle yıkamayın. Sadece silin.
-Eneci elinize alıp hafifçe yay gibi gerin. ''Tık tık tık...'' hafifçe büküp bırakın. Sert kısmın sonuna geldiğinizde ''çıt'' diye kırılır kendisi. Sert kısımları ayırıp çöpe atın.
-Elinizde kalan filizleri en fazla birer santim olacak şekilde ince ince doğrayın.
-Bir tavaya bir çay bardağı zeytinyağı koyarak ısıtın.
-Üç adet soğanı kare kare doğrayın ve yağa atın. Birazcık yumuşayınca eneçleri de ekleyin.
-En fazla bir veya iki kere karıştırarak on beş dakika kadar kavurun. Eğer karıştırırsanız tadı acı olur.
-Yeşili tam ölmeden üzerine biraz tuz, biraz tatlı toz biber ekleyin ve üç tane yumurta kırdıktan sonra bir - iki dakika daha hafifçe dürtükleyerek pişirin. Bu şekilde servise hazır olur.

Sabun Tarifi

Eski yöntemlerle sabun yapmak isteyenlere İpek Hanım Çiftliği sahibi Pınar Kaftancıoğlu'ndan en basit tarifi sizinle paylaşıyorum.

"Doğal yöntemler ile sabun yapmak için dört şeye ihtiyacınız var: Kaliteli bir zeytinyağı, meşe odununun külü, kil ve kaya tuzu.

Kalaylanmış bakır kazanlarda kaynatılan zeytinyağına ayrı bir yerde kaynatılmış ve dinlendirilmiş kül ve kil suyu karışımı ilave edilir. Sabunlaşma görüldükten sonra kıvamının iyice yoğunlaşması beklenir ve içine kaya tuzu atılır. Kazanın üzerine çıkan sabunlar alınarak tavalara dökülür. Yaklaşık bir ay kadar kurutulduktan sonra kesilir. Kesilmiş sabunları serin ve ışık görmeyen bir yerde üç - dört ay daha kurutursunuz. Sonunda şekli bir şeye benzemeyen, birinin gramı diğerini tutmayan sabunlarınız olur. :)"

Artık bu tarifin yerini çoğu köyde sıvı kostik (sodyumhidroksit, NaOH, bazik bir madde) almış bulunuyor. İnternette ufak bir araştırma yapınca çıkan sabun yapımı videolarında bile yaşlı köylü teyzeler nasıl kostik koyduklarını ve bir günde sabunu kuruttuklarını anlatıyorlar. Kostik sabundan uçurulamıyor, zararları önlenemiyor. Ancak tahrişi önlemek için konulan miktar da çok önemli. Bazı zeytinyağlı sabun üreticileri de yurtdışından cilt ile en az tahrişi sağlayan özel bir kostik getirip kullandıklarını iddia ediyorlar. Yine de bulabilirseniz en güzeli doğal üretilmiş sabunlar. Ben sabunlarımı İpek Hanım Çiftliği ve Nerolinn'den alıyorum.

***************************
Bana ulaşabileceğiniz linkler:

www.BasakPirtini.com

Doğal Annelik ile ilgili:
Doğal Anneyim Blogu: http://dogalanneyim.blogspot.com.tr
Milliyet Blog: http://blog.milliyet.com.tr/bashico
Facebook Doğal Anneyim Sayfası: www.facebook.com/dogalanneyim
Facebook Doğal Anneyim Grubu: www.facebook.com/groups/dogalanneyim
Instagram: www.instagram.com/dogalanneyim
Twitter: www.twitter.com/dogalanneyim
Youtube Başak Pirtini Kanalı: www.youtube.com/channel/UCRoKVtaVHmA48DsvW6Iid_A
Bilgi için e-posta: dogalanneyim@gmail.com

Enerjik Su ile ilgili:
Enerjik Su websitesi: http://enerjiksu.blogspot.com.tr
Facebook Enerjik Su Sayfası: https://www.facebook.com/enerjiksu/
Bilgi için e-posta: enerjiksu@gmail.com

Doğal yöntemlerle hayvan bakımı ile ilgili:
Bashico Blogu: http://bashico.blogspot.com.tr
Köpekler ve İnsanları Blogu: http://kopeklerveinsanlari.com
Facebook Hayvanlardan Mesajlar Sayfası: https://www.facebook.com/hayvanlardanmesajlar/
Instagram'da Hayvanlardan Mesajlar: www.instagram.com/hayvanlardanmesajlar

Başak Pirtini'den e-posta ile haber almak için e-bültene üyelik: 
http://eepurl.com/TeYdX


28 Haziran 2012 Perşembe

Küçük Basit Tarifler

''Vaktim yok bu akşam yemek yapmaya...'' diyorsanız, İpek Hanım Çiftliği sahibi Pınar Kaftancıoğlu'ndan size pratik tarifler iletiyorum. Pratik ve lezzetli yemekler, bir de sebze güzel olunca her yemek lezzetli oluyor :P

**********

1) Karnabaharı ufak ufak doğrayın çabucak. Kuru soğanı zeytinyağında sarartın. Sararmış soğanın içine tatlı toz biber atın, biraz da salça ekleyin. Atın karnabaharı da... Birkaç yemek kaşığı su koyun, kapağını kapatın, suyunu salsın... Ardından da kontrol edin çeksin suyunu. Çatal girecek kadar yumuşayınca üzerine 3-4 yumurta kırın, kaşıkla şöyle bir dürtüp sofraya getirin. Öyle haşlamaya falan gerek yok. Toplam süre: 15 dakika. :)

2) Bir bağ ısırganı yıkayıp lavaboya atın, üzerine tuz atın, elinize de bulaşık eldiveni geçirip iki dakikacık ovalayın iyice. Böylece dalmaz, ısırmaz yani artık. :) Ardından sap sap bağlayıp kesme tahtasında incecik kıyın. Atın büyük bir kaba, içine iki yumurta kırın, aldığı kadar da un atın. Elinizle yoğurun, iyice özleşsin. Bir yandan da ufak bir tavaya zeytinyağı koyun biraz. Isınınca hamurdan birer çay bardağı dökün içine. İyice yayıp bir spatula ile alt - üst edin, orta ateşte pişirin. Birkaç kez daha alt - üst yapın, tamamdır. :)

3) 250 gr. kıymanın içine orta boy bir kuru soğanı rendeleyin. Sonra da bir dilim ıslanmış kuru ekmek rendeleyi. Bir yumurta sarısı, azıcık tuz, azıcık karabiber, seviyorsanız biraz da kıyılmış maydanoz karıştırıp şekillendirin. Hemen bir tavaya dizin. Üzerine dilim dilim patates, ufak boy kesilmiş havuçlar koyun. Parça parça da tereyağı dilin üzerine, bir çay bardağı da su koyun. Kapağı kapatın. 20 dakikada pişer. 10 dakika hazırlaması, toplam 30 dakika. :) Yanında bir bardak ayran, bir dilim de esmer ekmekle bundan iyi bir öğün olmaz.

4) Bir haftasonu oturun, beyaz lahanayı haşlayıp yaprak yaprak ayırın. Kıyma, maydanoz, az salça, pirinç, rendelenmiş kuru soğan ile harç hazırlayın. Buna biraz da su ekleyin ki yumuşacık olsun. Lahanaları sarın. Yarımşar kiloluk paketler yapıp dondurucuya atın. Sıkıştığınızda bunu bir tencere üzerine dizmek, üzerine iki üç yemek kağığı tereyağı serpmek, bir çay bardağı su eklemek ve pişirmek on dakika. :) Yanında bir kase yoğurt ile şahane bir yemek olur.

5) Üç avuç mercimek yıkayın, yeterince su ekleyip bir adet de kuru soğan ile haşlayın. İyice kaynasın yirmi dakika kadar. İçine havuç atıp 10 dakikada da o şekilde haşlayın. (Bir adet de patates doğrayın içine.) Kapağı kapatın, helmelensin. 15 dakika sonra tencereye el blenderi sokun, 2 dakika parçalayın tamamdır. Ayrı bir tencerede 2 yemek kaşığı unu 2 yemek kaşığı tereyağı ile sarartın. Rondodan geçirdiğiniz mercimeği de ekleyin buna. İyice pişsin. Bir kase yoğurt ile sunun. Harika bir öğündür.

6) Patatesleri Borcam'a doldurun, üzerini folyo ile sarın. Fırınlayın. Yumuşacık olduğunda çıkarın ortalarından bölün ikiye. Bir çay kaşığı tereyağı, bir yemek kaşığı kaşar rendesi ile sunun çocuklara...

7) Pırasayı elinize alın, en dış kabuğunu kesip atın. Kalanını ince ince doğrayın, tavada zeytinyağı ile ısıtın. Pırasayı atıp karıştırın biraz, yeşili tam ölmeden üzerine üç yumurta kırın. Kaşıkla şöyle bir dürtün, kapatın. Yanında turşu ile koyun çocukların önüne. :)

8) Kuzu kol alın. Dökme demir tavada tereyağı ile iki tarafını kızartın hafifçe. Yanına 4-5 tane beyaz biber koyun. İki üç tane de kuru kayısı ve kuru erik... 10 tane de arpacık soğan dizin. Tavanın dibinden iki parmak yüksekliğe gelene kadar kaynar su ekleyin buna. Kapağı kapatın, en kısık ateşte bir saat pişsin. Yanında salata, esmer ekmek ve ayranla getirin sofraya. Bu biraz uzun sürüyor, kabul ediyorum. :)

9) Balıkçıya gidip hamsi ayıklatın. Dizin tavaya, unlamayın hiç, üzerine halka halka soğan, halka halka domates, halka halka limon, az da su ile fırına atın. 20 dakika kafi... Yanında da marul salatası kafi. :)

10) Ev makarnasını üç çorba kaşığı tereyağında çevirin. Pembeleşince kaynar suyu üzerini bir parmak geçecek şekilde koyun. Tuzunu da atın, hafifçe silkeleyin. Kapağı kapatıp en ufak ateşe alın. Göz göz açılınca kapatın altını. 20 dakika hiç açmayın. Telefonun alarmını kurup kendi işlerinizi hallediverin. Makarna çeksin kendini, şişsin iyice bu arada. Sonra ters çevirin bocalama, üzerine eritilmiş tereyağı dökün. Dövülmüş ceviz, elinizle ufaladığınız tulum peyniri ekleyin tamamdır. :)


Ne olur, lütfen zaman yok diye çocukların önüne kızartılmış hazır köfte koymayın, dışarından pizza söylemeyin ya da hiçbir zaman.

Ev yemeğinin kıymetini bilerek, ev yemeğini severek yetişsin çocuklarınız. Akıllarında ''ev yemeği güzeldir ama hazırlamak zordur'' gibi bir şey de kalmasın hiçbir zaman.

Kalmasın ki ileride o da sizin torununuzu aynı tutkuyla, aynı özenle büyütebilsin. :)

8 Nisan 2012 Pazar

Sağlıklı diye yediğiniz tavuklar tavuk değil!

Ne zamandır okuyorum ben de kasaptan köy tavuğu diye 2 kiloluk ağır pişen (!) kuru yolma tavuk alıyordum bir süredir. Acaba benim tavuklar da mı yumurtadan kesilmiş tavuklardan kasabıma soracağım... Aşağıdaki yayınlanan röportajı sizinle paylaşmak istedim.


Sağlıklı diye yediğiniz tavuklar tavuk değil!
Mine Şenocaklı - msenocakli@gazetevatan.com
--------------------------------------------------------------------------------
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar: Biliyorum canınız sıkılacak, yüreğiniz kabaracak, üzüleceksiniz ama gerçekleri öğrenmeniz lazım. Daha yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik veriliyor. Kemikleri gelişmesin, sadece et yapsın diye... Tavuklar tarladaki patatesler gibi hiç kıpırdamadan yetiştiriliyor. Bıraksanız bile kıpırdayamıyorlar... Elinize aldığınızda kemikleri kırılıyor... Bu inanılmaz bir vicdansızlık... Sonra, görüyoruz her gün gencecik bir kadın meme kanserine yakalanıyor. Büyük olasılıkla daha sağlıklı diye sık sık tavuk yiyorlardır...


Hocam son dönemde kanser vakalarında patlama olduğunu, lenfoma ve kemik iliği kanserlerinin çoğunun ise Türkiye’nin tarım merkezi olan Antalya-Kumluca’dan geldiğini söylediniz. Peki böyle başka bölgeler var mı?

Var... Mesela 6-7 ay kadar önce Ergene tartışıldı. Orası içler acısı bir durumda. Ergene’de olağanüstü bir çevre kirliliği var. O?zaman Sağlık Bakanlığımız ve Kanser Savaş Daire Başkanlığı dediler ki, “Orada çok sigara içiliyor, çok alkol kullanılıyor, o nedenle bu kanserler çıkıyor.” Böyle bir şey sözkonusu olamaz. Çünkü belgesel bir film hazırlandı bu konuyla ilgili. “Gündöndü” adında... Orada her şey çok açık.


- Ben izlemedim o filmi...

İzleyemedik, çünkü henüz Türkiye’de gösterilmedi. Kısa versiyonu Marsilya’da bir çevre filmleri festivaline gitti. İzleyenler o kadar etkilenmiş ki, film bittiğinde alkışlayamamışlar, alkışlayacak halleri kalmamış. Deri fabrikalarından çıkan o atık suyun köpükler halinde Ergene’ye bırakılmasını ve bu yüzden ortaya çıkan çevre felaketini öyle bir göstermiş ki film dona kalmışlar... Çiftçi geliyor Trakya’dan, Ergene’den, hepsi hastalarımız zaten bunların. “Hocam” diyor, “15 tane sığırımız geçenlerde öldü. Daha önce de bir 15 tane ölmüştü zaten...” Onbeşer, onbeşer ölüyor hayvanlar. Ama “Aşı reaksiyonu oluştu da ondan” diyorlarmış.


- Kimler diyormuş?

Tarım Bakanlığı yetkilileri! Böyle aşı reaksiyonu oluşmaz. Bunlar bir şeyin üzerini örtme çabaları. Bir aşıda üretim sorunu varsa, zaten o 15 hayvanı değil, çok daha fazlasını etkiler. Bu aşıyla ilgili olan bir durum değil. O çevrede muhtemelen hayvanlar su içerken ya da otlanırken çevreden aldıkları toksinle kaybedildiler. Bir arkadaşımız gitti bölgeye, “Kimse konuşmak istemiyor, korkuyor” diyor. Trakya Üniversitesi’nden öğretim üyesi bir başka arkadaşımız bölgedeki kanserli insanların dokularında ağır metal analizine bakmış, çok yüksek bulmuş... CNN Türk’te yayınlanmış bir canlı yayının bandını izledim. Devletin söylediği şey, “Çok sigara içiyorlar, çok alkol tüketiyorlar, bu kanserler o yüzden.” Halbuki adam anlatıyor, kızı dereye düşmüş, boğulmuş, peşinden gitmiş, girdiği yere kadar bacakları cılk yara. Bu düzeyde bir kirlilik var Ergene’de. Baktığınızda temiz görünüyor ama adamın girdiği yere kadar bacakları ülsere olmuş. Sonuç? Adamın o yaraları iyileşmiyor. Adam yaşıyorsa da şansa yaşıyor. Bu, o bölgede yaşayan diğer insanlar için de geçerli. Bunun öyle sigarayla, alkolle falan kapatılacak bir yanı yok. Bir de oradan ürün geliyor, o ürünün nereye gittiği belli değil.


- Gelen ürün ne?

Üç ürün geliyor. Pirinç, ayçekirdeği, buğday... Kadmiyum ve kurşun analizlerini yaptırdık. İzin verilenden 2 ila 8 kat yüksek çıktı! Şimdi bu ürün nereye gitti, kim yedi? Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Bakanlık her ürünü birebir denetleyemez, orada hakkını verelim. Ama şu önemli; ürüne püskürtülerek kullanılan tarım ilaçları herhalükârda çok kullanılmadıkları zaman kabuğun soyulması, hatta meyvenin sebzenin iyi yıkanılmasıyla uzaklaştırılıyor. Sorun ot ilacında. Çünkü ot ilacından meyve ağacı etkilenmiyor ama onu bünyesine alıyor. Biyolojik sistem bunu içinde biriktiriyor. Bu insanda bir tümör oluşumuna da neden olabilir, hayvanların kaybedilmesine de... Bu ot ilacını, glifosatı pek çok ülke vahşi doğaya da atıyor. Ot kontrolü diye. Nedeni bilmiyorum.


Büyük hastaneler açarak kanseri önleyemezsiniz


- Vahşi doğadan ne istiyorlar?

Hiçbir şekilde anlaşılabilmiş değil. Ormanları ilaçlıyorlar. Niye??Belli değil.


- Herhalde bu zirai ilacı üreten firmalar para kazansınlar diye... Başka bir sebep geliyor mu hocam aklınıza?

Büyük olasılıkla öyle. Doğa bu, sen doğaya müdahale edemezsin. İstersen tarlana müdahale et, ama iş ormana geldiği zaman, “Ben buradan yabani otları temizleyeceğim” diyemezsin. Orası yaban. O şekilde kalmak zorunda. Sen ona müdahale edersen olay çığrından çıkar.


- Biz ne korkunç insanlar olduk böyle?

Maalesef biz korkunç bir ırkız. Bakın, tarım ilacını sonuçta kim tavsiye ediyor? Ziraat mühendisi... Bakıyorsunuz ziraat mühendislerinin büyük kısmı, aynı zamanda tarım ilacı bayiliği yapıyor. Duydum ve inanamadım, tarım ilacı satarken çiftçiye, “Kendin için mi kullanacaksın, yoksa satacağın ürün için mi?” diye soruyorlarmış. Böyle insafsızca bir durum var. Aynı anda bayii olan birisi tarım ilacı satışını kontrol edebiliyorsa eğer, tüketimini nasıl denetler? Adam kendi satışını mı baltalayacak? Oradan bir sıkıntı çıkıyor. İkincisi, tarım ilaçlarının amaç dışı kullanımı var. Bu tavuklarda büyütme amaçlı kullanılan antibiyotik gibi bir durum. Böyle bir şeyi bin yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik vermeye başlıyorlar. Bizim üreticimiz inşallah bu konuda bir düzenleme yapacak, umutluyum. BESD-BİR, “Elimizden geleni yapacağız” dedi. Fakat antibiyotiğin bu şekilde kullanımı kim tarafından akıl edildiyse, bunu Amerikan Akademileri bile anlamış değil...?Siz civcive antibiyotiği verirseniz, civcivin bağırsak sisteminin gelişmesini önlüyorsunuz. Normalde yediğimiz besinlerin önemli bir bölümü bağırsak metabolizmasında kullanılıyor çünkü. Dolayısıyla enerji tüketimi azalıyor. Siz bu civcivi güneşe de çıkartmazsanız, kemikleri de sağlıksız gelişeceği için sadece et yapıyor...


- Hiç anlayamadım hocam...

Aksi takdirde güneşe çıkartırsanız civciv sağlıklı gelişeceği için kemik de yapıyor. Ama kemik yapsın istenmiyor, sadece et yapsın isteniyor. O zaman oradan da tasarrufa gidiyorsunuz, hayvan sonunda patates tarlasında yatan patates gibi hiçbir şekilde kaçamayan, olduğu yerde büyüyen bir hayvan oluyor. Bunu kesimde çalışan bir arkadaşımız anlattı, “Zavallı hayvancağızı yerden alırken kemiklerinin elinizin altında kırıldığını hissediyorsunuz. Kaçamıyor zaten. Bıraksanız da hareket edemiyor” diyor. Çünkü hiçbir şekilde enerji harcamayacak ve et yapacak şekilde yetiştiriliyorlar. Düşünebiliyor musunuz 1.7 kilo yemle 1 kilo tavuk elde ediyorlar. Böyle bir dönüşüm var mı dünyada?

- Tavukların nasıl bir eziyetle yetiştirildiğini biliyordum, bu yüzden de asla yemem, ama bu kadarını bilmiyordum. Para kazanacağız diye nasıl bu kadar vicdansız olabiliyoruz?

Haklısınız, son derece vicdansızlık bu. Bir yandan da baktığımızda bunu yapanlar inançlı insanlar...

Çocuğunuza yedireceğiniz yumurtaya dikkat edin!


- Prof. Kenan Demirkol yaptığımız bir söyleşide, “Normalde inek ne zaman süt verir? Yavruladığı zaman değil mi? Ama üretici için süt o kadar değerli ki, yavru 10 gün sonra annesinden ayrılıyor ve soya sütüyle besleniyor. Ve günlerce anne ve yavru ayrılık nedeniyle ağlıyor” diye anlatmıştı. Biz ne yapıyoruz böyle? Besleneceğiz diye bu kadar acımasız olmamız gerekiyor mu? Burada çok da büyük bir günah var aslında... Bir din adamının çıkıp bence, “Yapmayın, günahtır” demesi lazım. Belki o zaman insanlar düşünmeye başlar...

Diyanet de maalesef ortadan yanıtlar veriyor. Net bir şey söylemiyor. Biliyor musunuz, buzağılara etleri pembe olsun diye demir verilmiyor. Kırmızı et diye yediğin hayvanın eti niye pembe olsun ki? Efendim böylesinin Avrupa’da 100 Euro’ya kadar ederi varmış. Hayvanlar demir eksikliğinden ahırın paslanmış metal aksamlarını yalıyormuş. Böyle bir zihniyet, böyle bir hayvan yetiştirme olabilir mi? Benzer şey, hormon kullanımında var. Buzağılarda hormon kullanıyorlar. 8 aylık dana küçücük olmalı, koskocaman inek kadar oluyor. Gören korkuyor. Ne veriyorlarsa hayvanlara bu hale getiriyorlar. Şimdi bakanlık çıkıp da, “Biz denetliyoruz, şahane üretim yapıyoruz, bol verim alıyoruz” demesin. Hayır, bol verim önemli değil. Sağlıklı verim alabilmeniz önemli.

- Hep rakamlara bakıyoruz değil mi?

Bu Amerika’nın standart hatasıdır. Bizde de öyle olmaya başladı. Üretim artıyor deniyor. Peki karşılığında ne kadar ilaç parası ödüyorsunuz? Bu yüzden en çok kanser vakası Amerika’da görülüyor.

- Bizde de gün geçmiyor ki gencecik bir sanatçı meme kanserine yakalanmasın. Arkadaşlarımın çoğu meme kanseri. Özellikle meme kanserindeki artışın nedeni ne?

Bilinmiyor. Ama çok büyük olasılıkla bu insanlar sağlıklı besleneceğiz diye tavuk yiyorlardır, tavuktan aldıkları birtakım hormonlar var. Biz bu işin hormon kısmını bilmiyoruz. Ama 8 ayda bu kadar büyütebiliyorsa danayı, mutlaka birtakım hormonal manipülasyonlar yapmak zorunda. Ya androjenle yapıyorlar bunu ya başka bir büyüme hormonuyla... Nitekim bir arkadaşımız 25 sene Hollanda’da tarım bakanlığında çalıştı, “Hocam, özellikle Kurban Bayramlarında hormonsuz hayvan yok. Hepsine büyüme hormonu veriyorlar. Hayvanlar şişiyor, pazara gönderiliyor” diyor.

- Vallahi yüreğim daha fazla kaldırmayacak. Yazmak da lazım ama...

İnsanların canlarının sıkılması gerekiyor, yürekleri kabaracaksa kabaracak biraz, ama gerçekleri öğrenmeleri lazım. Geçen haftalarda bir arkadaşım anlattı. Çok hazin bir örnek. 10 yaşındaki kızının bacaklarında tüylenme sorunu başlamış. Doktor doktor dolaştırıp bir sonuç alamayınca, “Ya biz bu çocuğa ne yediriyoruz ki böyle oluyor” demişler. Ve geldikleri nokta yumurta olmuş. “Her gün bir yumurta veriyorduk, kestik ve tüylenme geçti. Ondan sonra organik yumurtaya döndük, bir sorun kalmadı” diyor.

- Yumurtada ne var ki?

Günde iki-üç defa yumurtlatabilmek için tavuğa mutlaka bir şey yapmak zorundasınız. Çünkü bu kadar yumurtlama hayvanın doğasının dışında bir şey.

- O yüzden kız çocukları erken adet görmeye başladı, erkek çocukların göğüsleri büyüyor...

Evet. Korkunç bir gidiş var. Bu memleketin beslenmesinin düzelmesi gerekiyor. Büyük hastaneler açarak kanser vakalarını önleyemeyiz. Erken tanı yöntemlerini geliştirerek önlenebilecek bir şey değil kanser. Beslenmemizin düzelmesi gerekiyor. Yediğimiz yumurtadan hormon alıyoruz, süt zaten süt değil, yoğurt desen öyle... Bir yandan tarım ilacını bol miktarda alıyoruz. Bu şekilde beslenen vücut bir kere böyle beslense bunu karşılar, iki kere beslense yine karşılar, ama tek seçenek bu olduğu zaman hastalık kaçınılmazdır. Kanserler patladı. Batman’dan çiftçi telefon ediyor, altıncı düşüğü yapmış eşi... Kars’tan genç bir köylü telefon ediyor, kanser... Marketten alıyormuş tavuğu, çünkü Kars’ta kuş gribi hikâyesinden sonra 2.5 milyon köy tavuğu yakılınca ellerinde tavuk kalmadı...

Başbakan’ın bizzat tarıma el atması lazım, gidiş iyi değil!


- Nasıl öyle bir şey yapabildik? Tavukları canlı canlı toprağa gömdük, yaktık. Bunun günahı bile bize yeter?

İnanılmaz bir hezeyandı o... Bütün tavukları yaktık. Birkaç yıl sonra aynı hezeyan bu kez domuz gribi olarak geri geldi. Ne zaman bu hezeyan bitti? Başbakanımız, “Ben domuz gribi aşısı olmuyorum!” dediği zaman. Sağlık Bakanı’nı kandırıyorlar. Ne oluyormuş? Aşıda Avrupa’ya örnek oluyormuşuz! Hadi canım! Şu anda millette çok ciddi böbrek hasarı var. Çünkü diyaliz merkezlerinin artmasından bunu görebiliyoruz. Bunun en önemli nedeni; doğru beslenmiyor oluşumuz. Yok işte, çok sigara içti de, ortam kötü de... Bunlarla açıklayamazsınız. Çünkü bu tarım ilaçlarının böbrek toksisitesi yaptığı biliniyor. Kesinlikle Başbakan’ın bizzat tarım ve gıda işine de el atması lazım! Yoksa bu gidiş hiç iyi bir gidiş değil!

Kaynak: http://haber.gazetevatan.com/saglikli-diye-yediginiz-tavuklar-tavuk-degil/441156/4/Haber  

20 Ocak 2012 Cuma

Bir Milliyet Blog arkadaşımın nazik jesti!

Milliyet Blog çok kuvvetli bir sosyal ağ, özellikle blog yazmak isteyenlere basit altyapısı ile çok güzel bir hizmet sunuyor. Milliyet Blog üzerindeki yazılarımı okuyan sevgili blogger arkadaşım Ata en son blogunda beni konuk ederek onurlandırdı. Hepinizle sevinerek paylaşıyorum.

Ata'nın son derece akıcı bir üslupla yazdığı blogları okuyanlar bilir, bağımlılık yapan bir tarzı var. İlk kitabı ile ilgili Ata'nın kendi yorumu çok ilgi uyandırıcı: "Ana karakter Murat'la öyle bütünleştim ki ciddi bir kimlik bölünmesi yaşadım. Romandaki hikayeye göre orada da bir yaşantım vardı. Evim, işim, sevgilim, arkadaşlarım, alışveriş ettiğim, gezdiğim yerler ve sonra İstanbul'a dönünce gerçek yaşamımda allak bullak oluyordum. Ata mıydım, Murat mı? Bu durum tabii ki bloglarıma da yansıyordu. "

Sevgili Ata'nın kitapları kendi hayatından parçalar, arkadaşlar, izler taşıyor. Ata kitapları "Ben Olmanın Issızlığında"yı 208 sf 3 yılda, "Ben Olmanın Varlığında"yı 480sf 11 ayda, "Ben Olmanın Sonsuzluğunda"yı 700sf 2 yılda ve "Aşkın C Şıkkı"nı 278sf sadece 2 ayda yazmış.

Hakkımda Ata'nın elinden çıkan misafir blog:

**********
Sanırım geçen sene kasım ayıydı onu ilk fark ettiğimde! MB'da ancak habercimdeki arkadaşlarımı okuyup yorumlayabiliyorum ki yeni arkadaşları okuyabilmem oldukça zor ama ah o başlık yok mu! İşte oradan yakalandım!

"Sonunda ben de cam damacana aldım !"
Suyu sucudan alıyoruz ya, cam damacana da neyin nesi diyerek yol aldım sayfasında.
"Evcil hayvan sahibi olmanın 10 faydası !"
Zaten kendimi bildim bileli hayvanları severim ama köpekleri bir başka severim. Kitaplarımda, öykülerimde de en iyi arkadaşlarım başta köpekler olmak üzere tüm hayvanlardır; neymiş bakalım o faydalar diyerek bloğu tıkladım! Tıklayış o tıklayış, kurtul kurtulabilirsen:) Okuduğum birkaç blogdan sonra, bu kızcağız başka bir dünyada yaşıyor herhalde diye düşünmeye başladım. Ülke gündemi her daim dinamit gibiyken, bloglarıyla üzerimize rengârenk karanfiller atıyordu!
Bir kuple huzur buldum sonra iki oldu, üç oldu...
Gerçek köy yumurtasını nereden aldığını anlattığı bloğunu okuyunca şaşkına döndüm! Çünkü bizim Göztepe'de oturuyordu! Tesadüfün de böylesiydi.
Evde diş macunu yapımını ve misvakla diş temizliğini, grip aşısının zararlarını, hayvanlarla konuşma sanatını, artık bir hayvan ambulansımızın olduğunu, Kedi Boyama Sanatı'nı ve Kelebek Alfabesi'ni onun sayfalarından öğrendim.
Hayvan barınaklarını anlatan bloglarında hüzünlendim.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Beslenme Bilim Dalı Başkanı Prof Dr Ahmet Aydın'la da onun sayesinde tanıştım ve "Buyrun, burdan çiğneyin." adlı bloğum Beslenme Bülteni'nde de yayınlandı.
Bloglarının her birinden onlarca faydalı bilgi taşıyordu. Sanki mini Wikipedia'ydı:) Zaten sayfasına girince de göreceksiniz ki 108 bloğuyla ortalama 2279 gibi yüksek bir okunma sayısına erişmişti. Hangimiz profil bilgilerimizde sevdiğimiz kitap olarak Diş Çürüklerinin Tedavisi adında bir kitabı yazarız? Yok yok, kesinlikle modern çağın yapay faydalarıyla dalgasını geçiyordu! Koca metropolün göbeğinde değil de sanki Heidi'nin köyü Evolène'da yaşıyordu!
Bugün 3 yaşında olan Melisa doğmadan önce Tekir kedileri Boncuk ile Maviş'i başka bir aileye vermek zorunda kalan, ilk köpeği kurt Efe'nin ölümünden sonra edindiği -bugün 10 yaşına yaklaşan- ikinci kurt köpeğine de Efe Jr ismini veren ama cüssesi nedeniyle anne-babasının bahçeli evinde bırakan ve yeniden hayvan sahibi olabilmek için de çocuklarının sorumluluk alabilecekleri, hayvanları incitmeyecekleri yaşları dört gözle bekleyen bir hayvan sevdalısı o. Bu arada, Melisa da artık kocaman bir abla! Minik Açelya ise henüz 1.5 yaşında.
O, ailesini doğal yollarla besleyen, çocuklarını ilaçsız yetiştiren; doğal hayatla ilgili durmaksızın araştırma yapıp edindiği bilgileri de insanlarla paylaşan bir insansever, hayvansever ve doğasever. Ve de kendi tanımıyla, Tam Zamanlı Anne !
Uzun bir aradan sonra, bugün arkadaşım Başak Pirtini'yi misafir ediyorum. Eminim ki hayvanseverler ve özellikle hanımlar, genç anneler onun sayfalarından çok yararlanacaklardır.
*****
Bir seneyi aşkın süredir İpek Hanım Çiftliği'nin harika sebze ve kahvaltılıklarına abone oldum. Çiftliğin sahibi Pınar Hanım İstanbul’dan Aydın Nazilli’ye çocukları ile birlikte göçmüş ve Nazilli’de kızı İpek’in ismini verdiği bir çiftlik kurmuş. Önceleri bir hobi olarak başlayan Yörük Tarımı'nı, bunu uygulayan tüm köy halkını da kalkındıracak bir işe dönüştürmeyi başarmış. Şu an bu işi yapan Ocaklı Köyü ve çevresi Ekolojik Köy ilan edilmiş durumda. Ayrıca, misafirler çiftlikteki yayla evlerinde konaklayıp, tarlalardaki ürün hasatına katılabiliyor.

Pınar Hanım her hafta -oluşturduğu e-posta grubuna- bir aileye bir hafta 10 gün yetecek kadar bir mutfak listesi gönderiyor. Ben kendi istediğimi almak istiyorum diyorsanız da çaresi hazır. Sebze meyveden bakliyata, pekmezden süt ürünlerine, zeytinden sabuna kadar 250’den fazla ürünün listesini de e-posta ekinde gönderiyor. Ürünleri almasanız da yanlarındaki neşeli açıklamaları okumak bile insanın iştahını kabartıyor. Öte yandan, ödemeyi sevkiyat öncesinde-sonrasında ne zaman isterseniz yapabilirsiniz. Eğer beğenmediğiniz ürün olursa, o ürünü ödemeyin diyecek kadar da nazik.

Sebzeler o kadar taze geliyor ki bir önceki gün koparılıp kargolanıyor. Yemeklerimin bir kat daha lezzetlendiğini ve gelen organik, ilaçsız, hormonsuz ürünleri bebeklerime gönül rahatlığı ile yedirdiğimi söyleyebilirim. Büyük kızımın özellikle zeytin, peynir ve ekmeklere bayıldığını da söylemeden geçemeyeceğim. Pınar Hanım sayesinde eşim de market alışverişlerini yapma ve eve taşıma derdinden kurtulduğu için çok mutlu:)

Detaylı bilgi için http://www.ipekhanim.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Tüm blogseverlere sevgilerimle.

(Başak Pirtini)

19 Ocak 2012 Perşembe

Nasıl daha iyi bir ebeveyn oluruz?

Türkiye'de de böyle bir doktor çıkıp da "Aşılatırken çocuğunuza ne yaptığınızın farkında mısınız?" diye çıksa ve seçimlere girse kesin oyumu alırdı. Daha iyi bir ebeveyn nasıl oluruz? Nasıl bilerek içeriğinde biyolojik materyaller ve zehirli kimyasallar bulunan aşıları çocuklarımıza enjekte ederiz? Amerika'da seçimlere katılan Dr. Ron Paul: "Amerika Başkanı dahil hiç bir kimseye, potansiyel olarak milyonlarca Amerikalı'nın yerine tıbbi bir karar verme gücü verilmemelidir. Bir kişinin fiziksel beden özgürlüğü, özgürlüklerin en basitidir, ve özgür bir toplumda yaşayan insanlar kendi bedenlerin üzerinde hakimiyet sahibi olmalıdırlar. Hükümete kendi yerimize tıbbi kararlar verme gücünü verirsek, o zaman devletin bizim bedenlerimize sahip olduğunu kabul etmiş oluruz." dedi.

Kaynak: http://vactruth.com/2012/01/17/ron-paul-parenting/?utm_source=The+Vaccine+Truth+Newsletter&utm_campaign=b6e6f52658-09_05_2011_O%27Shea&utm_medium=email